Kant’ın “Beantwortung der Frage: Was ist Aufklärung?” makalesinin ilk cümlesine aşağıdaki gibi bir Türkçe çeviri teklifim var:
“Aydınlanma, insanın kendi kendisini maruz bıraktığı mukallitlik hâlinden çıkmasıdır.”
Buradaki kilit terimin daha önce Türkçeye bu şekilde çevrilip çevrilmediğinden emin değilim. “Mukallitlik hâli” şeklinde İslamî terminolojiye kasıtlı bir referansla çevirdiğim terim Unmündigkeit. Hatta önündeki sıfatla beraber selbstverschuldete Unmündigkeit. İngilizce çevirileri arasında da self-incurred/self-imposed immaturity/nonage bulunmakta. Unmündigkeit’ın akla gelen ilk anlamı hukukî: reşit, mümeyyiz olmama hâli. Ki bazı Türkçe çevirilerde bu minvalde “ergin olmama” kullanımını görüyoruz. (Mevcut tüm Türkçe çevirileri incelemedim.)
Fakat Kant’ın Unmündigkeit terimini hukuk biliminden ilhamla kullanmış olma ihtimali, Kant uzmanlarını uzunca bir süre düşündürdü. Zira hukukî anlamda reşit/mümeyyiz olmama hâli, Kant’ın bu hâli nitelediği “selbstverschuldete/self-incurred/kendi-kendini-maruz-bıraktığı” vasfıyla uyuşmuyor. Aksine reşit/mümeyyiz olmama hâli tercihen değil, doğal olarak maruz kalınan bir hâl.
Bu soru işaretleri, felsefe tarihini bir dedektif gibi araştıranlar sayesinde ortadan kalkabildi. Buna göre Unmündigkeit, 18. yüzyılda yaygın bir Almanca Lutheran Kitabımukaddes çevirisinde Pavlus’un Galatyalılara mektubunda (5.1) geçen bir ibareye karşılık kullanılmıştı. Buna göre Pavlus, Galatyalıları Mesih’in inancını benimseyerek özgür olmaya, tekrar “taklit boyunduruğu” altına girmemeye davet ediyor. Martin Luther buradaki Yunanca δουλειά, Latince servitus kavramını Knechtschaft şeklinde çevirmişti, ki hakikaten kölelik anlamına da geliyor. Ancak dönemin bazı aydınlanmacı Lutheran teologları, diğer yaygın çeviri Unmündigkeit’a özel bir ilgi göstermiş gibiler. Kant da onlardan ilhamla bu terimi üstlendi ve kendi aydınlanma tanımına dâhil etti.
Peki bu teolojik arkaplan ne anlama geliyor? Pavlus’a göre Galatyalılar, Mesih inancını benimsemiş olmalarına rağmen Yahudi hukukunu uygulamaya devam ediyorlar, böylece Hıristiyanlığın sunduğu özgürlükten, veya “tahkik”ten mahrum kalıyorlardı. Pavlus’a göre Yahudiler, hukuka boyun eğerek âdeta reşit olmayan çocuklar gibi yahut -teklif ettiğim çeviride- mukallitler olarak hareket etmekteler. Hâlbuki Mesih’in dini, onları artık tahkike ulaştıracak ve taklit boyunduruğundan özgür kılacaktı. (Burada taklit ve tahkik terimlerini kastî bir tekellüfle kullanıyorum.) (Pavlus’un yazdıklarının 18. yüzyılda ciddi Yahudi-karşıtı yorum ve tavırları doğurduğuna da işaret edelim.)
İşte Kant’ta kişinin kendi kendini maruz bıraktığı mukallitlik hâli de bu zeminde anlaşılabilir. Aydınlanma, -Galatyalıların hukukun mukallitleri olmaktan çıkmaya çağrılmaları misali- insanın (elbette başka bir tür, yani hukukî ve ahlâkî) mukallitlikten çıkması olarak tanımlanıyor.
Şimdi, bu çeviri, her çeviride olduğu gibi Kant’a demediğini dedirtmekle malül. Taklit-tahkik ayrımının, Pavlusçu anlayışta Yahudilik-Hıristiyanlık (veya yasa-ruh vs.) ayrımına uygulanması biraz cüretkâr, ama gayrimeşru değil (bence). Kant, yazılı hukuka bağlı Yahudilerin ahlâkî birey olamayacaklarını, sadece Hıristiyanlığın ahlâkî hukuku mündemiç bulunduğunu söylerken bu Pavlusçu görüşü izliyor. Bu izlek doğrultusunda, taklit-tahkik ikilisini Kant’ın aydınlanma tanımına olduğu gibi ahlâk felsefesine de -teolojik arkaplanı de akılda tutarak- uygulamak muzip ama ilginç olacaktır. Tabi Kant’a demediğini dedirtirken, İslam düşüncesinden son derece yüklü bir kavram-ikilisini alıp Batı felsefesi tarihine uygularken fazla abartmamak, indirgemecilik tuzağına düşmemek, her zaman haddini bilmek şartıyla.
Kaynak:
Burada aktardığım bilgiler ve birincil kaynakları şu makalede bulunabilir:
Ursula Goldenbaum, “Understanding the Argument through Then-Current Public Debates or My Detective Method of History of Philosophy,” Philosophy and Its History, ed. Mogens Laerke, Justin E.H. Smith, Eric Schliesser (Oxford University Press, 2013), 71-90.
“Aydınlanma, insanın kendi düşüncelerini ve inançlarını sorgulayarak, önyargılardan ve dogmalardan arınması ve bireysel olarak düşünme ve değerlendirme yeteneğini geliştirmesi anlamına gelir.”
Buna her insanın cesareti yoktur. Çünkü bu aşamaya gelebilmesi için aileden başlayarak, eğitim hayatı ve çevre etkisi ile oluşan herşeyi yıkıp yeniden inşa etmesi gerekir. Bu cesarete ulaşabilmek için de bunların tümünden veya büyük kısmından ciddi anlamda darbe yemesi gerekir.
Sorunlar = Katalizör. Rahatı yerinde olan insanlar rahatını tepmek için sorgulamayı göze alamazlar.