Millî Şeyhimiz İbnü’l-‘Arabî

S.A.Q. Husaini

Hindistan’daki Aligarh Muslim University’de çalıştığı anlaşılan fakat hakkında fazla bilgi edinemediğim S. A. Q. (Saiyid Abdul Qadir) Husaini isimli bir müellif 1945’te The Pantheistic Monism of Ibn al-‘Arabī başlıklı bir kitap telif eder (fakat ne hikmetse kitap 1970’te basılmış). Önsözünün sonunda Ekim 1945 tarihi bulunmakta; kitap 1970’te Lahor’da Ashraf Press tarafından basılmış ve müellif tarafından sevgili annesi Zubaydah (Zübeyde) hanımın aziz hatırasına ithaf edilmiş.

Kütüphane kataloglarına göre Husaini’nin muhtelif tarihi konularda başka eserleri de var. Mesela 1949’da Arab Administration, 1952’de Administration under the Mughals, 1954’te The Constitution of the Arab Empire (belki de 1949’dakinin yeni versiyonu), 1960’ta Bahman Shāh, the Founder of the Bahmani Kingdom, 1962’de The Economic History of India bunlardan bir kısmı.

The Pantheistic Monism of Ibn al-‘Arabī kitabının önsözünde belirttiği gibi Husaini ilk önce 1931’de Ibn al-‘Arabī, the Great Muslim Mystic and Thinker başlıklı yüksek lisans tezini neşretmiş ve bu eseri meşhur İngiliz Şarkiyatçı R.A. Nicholson’a (ö. 1945) göndermiş. Nicholson, Husaini’yi İspanyol Şarkiyatçı Miguel Asin Palacios (ö. 1944) ve İsveçli Şarkiyatçı Henrik Samuel Nyberg’in (ö. 1974) eserlerine yönlendirmiş. Her iki isme mektup yazan Husaini, Nyberg’den yanıt alamamış. Ancak Asin Palacios İbnü’l-‘Arabî’ye dair bir metnini Husaini’ye gönderme nezaketinde bulunmuş. Daha sonra Husaini, Nyberg’in İbnü’l-‘Arabî’nin bazı risalelerinin neşrini içeren Kleinere Schriften des Ibn al-‘Arabī’ye erişebilmiş.

Mehmet Ali Ayni

Ardından Husaini, Fransız Şarkiyatçı Louis Massignon’la (ö. 1962) iletişime geçmiş ve onun tarafından Mehmet Ali Ayni’ye (ö. 1945) yönlendirilmiş. Ayni, Husaini’ye İbnü’l-‘Arabî üzerine yazdığı Şeyh-i Ekber’i Niçin Severim (Husaini’nin transkripsiyonuyla: Shaykh-i Akbari Nechin Suhram) eseriyle Bursalı Mehmed Tahir’in (ö. 1925) Tercüme-i Hâl ve Fezâil-i Şeyh-i Ekber ve İsmail Fenni Ertuğrul’un (ö. 1946) (Husaini’nin transkripsiyonuyla: Ismā‘īl Fīnī) Vahdet-i Vücûd ve İbn ‘Arabî metinlerini iletmiş.

Husaini üç yıl boyunca edindiği bu kaynakları -muhtemelen formel bir şekilde eğitimini almadığı İspanyolca, Almanca ve Türkçe dillerinde- elinden geldiğince ve büyük zorluklarla mütalaa etmiş. Fusûs ve Fütûhât başta olmak üzere İbnü’l-‘Arabî’nin kendi eserlerine de dayanarak bu kitabını tamamlamış.

“Panteizm” Meselesi

Kitabın Giriş kısmında başlıktaki “panteist monizm” ibaresine yönelik çeşitli açıklamalar var. Bunlar büyük ölçüde artık ne İslam tasavvufu çalışmalarında ne de özel olarak İbnü’l-‘Arabî ve ekolüne dair çalışmalarda kabul edilen bir yaklaşımı temsil ediyor. Nitekim 20. yüzyıl boyunca vahdet-i vücudun panteizm olMAdığı üzerine çok sayıda apolojetik metin kaleme alındı. Tasavvuf tarihine veya İbnü’l-‘Arabî’ye dair temel Türkçe çalışmalarda da bu konuya öyle veya böyle değinilir ve vahdet-i vücûdu panteizm olarak görenlere reddiye mahiyetinde şeyler mutlaka yazılır. Bu tartışmalar bizde aslında 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarına kadar gider. Konuyla alakalı çok güzel -ve keşke düzenlenip kitap olarak yayınlanmış olsa dediğim- bir çalışma Özkan Öztürk’ün 2007’de yazdığı yüksek lisans tezi: “Çağdaş Türk Düşüncesinde İbn Arabî Felsefesinin Ele Alınışı” (Marmara Üniversitesi, 2007).

Her ne kadar bu apolojetik metinlerin geneli muayyen bir panteizmi (mesela çoğu zaman Spinozacı bir panteizmi) kastetse de İbnü’l-‘Arabî ve takipçileri için artık “panteizm” veya -esasen daha dakik (ve bence isabetli) bir resim sunabilecek panenteizm gibi- ilişkili terimleri kullanmak akademi/bilim cemaatinden aforoz edilmeye müncer olabilir hâle geldi. Bununla beraber -her ne hikmetse (muhtemelen “vahdet-i vücud”daki “vahdet”in sözlük anlamına dayanarak)- İngilizcede yapılmış bazı güncel çalışmalar İbnü’l-‘Arabî için “monizm”i kullanmaktan imtina etmiyorlar; İbnü’l-‘Arabî’yi panteizm veya panenteizmden tenzih etmeye meyyal bazı müslümanlar da bu “monizm”i beğenip üstlenmiş gibiler (galiba onlara göre bir müslüman panteist veya panenteist olamaz, ama monist olabilir; enteresan). Neticede Husaini’nin kitabı bu meşum başlık yüzünden çok büyük ihtimalle artık akademik İbnü’l-‘Arabî literatürünün bir parçası olma kudretini kaybetmiş gibi görünüyor.

Ancak kitap, yazıldığı dönemde erişilebilir kaynakların kısıtlılığına rağmen bence gayet başarılı. İbnü’l-‘Arabî’nin bazı metinlerinden çeşitli uzunluklarda (bazen 1 sayfa, bazen 4-5 sayfa) alıntılar yapıp İngilizce çevirilerini veriyor ve öncesinde bunları birkaç paragrafta sunuyor. Üzerinden geçen 80 yılda İbnü’l-‘Arabî’nin çok daha fazla metni neşredildi; çeşitli dillere ustalıklı çevirileri yapıldı; üzerine sayılsız araştırmalar yürütüldü. Bu bakımdan elbette Husaini’nin kitabı artık eskimiş durumda. Fakat mütalaası tamamen faydasız değil.

“Millî Şeyhimiz”

Gelelim “Millî Şeyhimiz” meselesine. Husaini, Giriş’te ilginç bir alt başlık atmış: “Şeyh ve Türkler.” Herhalde kitabı yazarken Mehmet Ali Ayni ile mektuplaşması ve Türkçe bazı yayınları kullanması da bu kısmın eklenmesinde etkili olmuştur. Aşağıda söz konusu kısmı Türkçeye çeviriyorum ve orijinalinin görsellerini ekliyorum.

Şeyh ve Türkler (s. xii-xiii)

Türkler Şeyh’e büyük hürmet gösterirler. O, onların millî şeyhidir[1] ve uzun süre Malatya, Hısnımansur[2] ve Konya gibi Türk şehirlerinde yaşamıştır. Hatta bunların sonuncusunda bir Türk hanımla evlenmiştir. Onun marifetinin ve kemâlinin hususî vârisi, yani üvey oğlu Konyalı Sadreddin de yine bir Türk’tür. Eserleri Türk muhitlerinde en çok okunan ve tartışılanlar eserlerdir. Bazı eski Türk sultanlar da ona ilgi duymuştur. Mesela Birinci Selim, Mekke Şeyhi olarak bilinen Ebu’l-Feth Muhammed Muzafferüddin’i Şeyh-i Ekber’i müdafaa eden önemli bir eser yazmakla görevlendirmiştir. Bu eser Farsçadır. Daha sonra Nebizade tarafından Türkçeye çevrilmiştir.[3] Osmanlı sultanlarından Üçüncü Murad, hocası Nev‘î’ye Fusûsu’l-Hikem’i Türkçeye çevirtmiştir.[4] Malumunuzdur, İbnü’l-‘Arabî’nin makberi uzun süre bilinmiyordu. Birinci Selim onu aratmış, buldurmuş ve üzerine muhteşem bir türbe inşa ettirmiştir.[5]

Türk ulema tarafından Şeyh’e dair yazılmış çok sayıda eser vardır. Merhum Bursalı Tahir Bey’in verdiği liste gayet uzundur.[6] Oradaki tüm eserlere erişemesem de birkaçını elde edebilecektim. Profesör Mehmet Ali Ayni’nin bunu benim için yapmasını istirham ettim. O da bana, Türklerin bu gayretlerini en güzel temsil ettiğini düşündüğüm üç tanesini gönderdi.

[1] Veya: millî velisidir (national saint).

[2] Adıyaman. Güncel çalışmalara göre İbnü’l-‘Arabî’nin Adıyaman’da ikamet ettiğini görmüyoruz.

[3] Bu çalışma yayınlanmıştır: https://ilkharf.com.tr/kitap/ibn-arabi-mudafaasi/. Husaini isimlerde bariz yazım hataları yapıyor.

[4] Kısmî neşri: Serap Telek, “Malkaralı Nev’i Yahya’nın ‘Keşfü’l-Hicab an Vechi’l-Kitab’ adlı eserinin metin ve incelenmesi 1a-219b yaprakları arası,” Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2010.

[5] Husaini’nin dipnotu: Profesör Mehmet Ali Ayni, 21 Şubat 1934 tarihli mektubu.

[6] Bursalı Mehmed Tahir, Terceme-i Hâl ve Fezâil-i Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî (İstanbul, 1316).

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *