Kahve ve Şarap: Bir Yazma Eser Notundan Bir Şiir ve Tercümesine

Bir yazma eserde şu ibare çıktı karşıma (bunun bir şiir beyti olduğunu biraz sonra vezinden sezecektim):

مائدة منوَّعة          قهوة مشعشعة

Kabataslak çevirisi: Donatılmış bir sofra, parıldayan (yahut köpüklü) bir kahve.

İlk başta bunu, yazma nüshanın müstensihinin veya sahibinin nüktedan bir notundan ibaret sandım. Hayat dolu bu beyit çok hoşuma gitmişti: Arapça gramerine dair (çoğu kişi için sıkıcı) bir kitabın kapağına zevküsefa çağrıştıran, serilmiş ve donatılmış bir sofraya, ışıl ışıl parlayan köpüklü bir fincan kahve eşliğinde oturuvermiştim âdeta.

Çok gecikmeden kısa ve çabuk bir internet araması yaptım ve işin aslı ortaya çıktı: bu beyit, Eyyübîler döneminin usta şairlerinden Bahâüddin Züheyr b. Ahmed el-Mühellebî el-Atekî’nin (ö. 656/1258) kısacık bir kasidesinin taç beyti. Şiir hakikaten keyifli bir meclisi özlü bir üslupla tasvir ediyor. Arapça anlayanlar için aslı şu (kaynak: Dîvânu’l-Bahâ’ Züheyr, thk. Muhammed Ebu’l-Fazl İbrahim ve Muhammed Tahir el-Cebelâvî [Dâru’l-Me‘ârif], s. 160; şu linkte de var):

مائِدَةٌ مُنَوَّعَه          وَقَهوَةٌ مُشَعشَعَه

وَسادَةٌ تَراضَعوا          كَأسَ الوِدادِ مُترَعَه

وَلا يَزيدونَ عَلى          ثَلاثَةٍ أَو أَربَعَه

وَاليَومُ يَومٌ لَم يَزَل          يَومَ سُكونٍ وَدَعَه

فَيا أَخي كُن عِندَنا          بَعدَ صَلاةِ الجُمُعَه

Burada hemen literal bir çevirisini vermek istemiyorum. Fakat sahne özetle şöyle: üç, bilemedin dört (ama daha fazla değil) dost, Cuma namazı sonrası mükellef sofralarını seriyorlar; ışıl ışıl köpüklü kahvelerini (buna dair detay birazdan gelecek) bardaklara dolduruyorlar. Sanki bir bayram günüymüşçesine dostluk ve yârenlik muhabbetiyle doyuyorlar.

Tabi ki ilk beyit hâlâ çok dikkat çekiciydi benim için. Bilhassa şöyle bir soru işareti söz konusu: henüz 13. yüzyıl Mısır’ında kahveden nasıl bahsedilebilir? Bilindiği üzere kahvenin Akdeniz havzasında yayılması 16. yüzyılın başlarına tesadüf eder. (Kahve tarihi konusunda geniş bir literatür var. Merak edenlere birkaç tanesi şunlar: Mark Pendergrast, Uncommon Grounds; B. A. Weinberg ve B. K. Bealer (ed.), The World of Caffeine; Martin Kriefer, Kaffee. Türkçe yayınlara bakma fırsatım olmadı; tavsiyesi olanlar yorum olarak ekleyebilirler.)

***

Bahâüddin Züheyr’in divanının henüz 1800’lerin ortalarında neşredilip manzum olarak İngilizceye çevrildiğini görüyoruz (yukarıda linki bulunan DİA’nin Baha Züheyr maddesinde bahsi geçiyor). Bunun arkasında ilginç bir şarkiyatçı var: Edward Henry Palmer (1840-1882). Palmer’a “Cambridge’in Arabistanlı Lawrence’ı” da dendiğini görüyoruz.

Edward Henry Palmer

Boşuna değil; Arapçayı söktükten ve Arap diyarına çeşitli seyahatler yaptıktan sonra Palmer, Mısır’da Britanya’nın Süveyş Kanalı projesinde rol oynamış, sonrasında da Britanya güçlerinin başmütercimliğini yapmış. Palmer henüz 42 yaşındayken başka iki Britanya askeriyle beraber mahiyeti tam bilinmeyen bir göreve gider ve -nedendir bilinmez (!)- yanlarında yüklü miktarda altın bulundururken Süveyş civarında belalarını bulurlar: kendilerinden tekrar haber alınmaması üzerine Britanya hariciyesi bir arama çalışması başlatır ve cansız bedenlerine ulaşılır. Palmer vurulmuş, yanındaki iki asker de kılıçtan geçirilmiştir. Çölde onlara rehberlik eden kişinin kurbanı oldukları tahmin ediliyor.

Kitabın 2. baskısının başlık sayfası

Palmer’in ilginç çalışmaları var: Hazırladığı İngilizce Kuran meali, Max Müller’in The Sacred Books of the East serisi içerisinde 1880’de basılmış. Ayrıca Azizüddin Nesefî’nin Maksad-ı Aksâ kitabının bir kısmını Farsçadan İngilizceye Oriental Mysticism başlığıyla çevirmiş ve girişinde çevirisini III. Napolyon’a ithaf ettiğini dile getiren süslü bir Farsça girizgah yazmış.

 

İşte bu Palmer bir de Bahâüddin Züheyr’in divanını neşredip manzum olarak İngilizceye çevirmiş. O dönem için bu da müthiş bir çalışma. Palmer’in çevirisine rahatlıkla erişilebiliyor. Şiirimize dönersek, Palmer’in fevkalade maharetli ve nisbeten serbest manzum çevirisi şu:

AN INVITATION

A table spread with viands rare,

And wine that sparkles in the cup;

And pleasant fellows too are there,

Who drink the cup of friendship up.

*

There won’t be more than three or four,

And as to-day’s a holiday,

Come when the Friday-Prayers are o’er,

And join our party, friend, I pray.

 

Görüldüğü üzere Palmer ikinci mısradaki kahveyi wine olarak çevirmiş. Bu ilk başta muzip bir şarkiyatçının dindar bir şairin masum kahvesini günahkâr şaraba çevirme işgüzarlığı gibi görünebilir. Fakat işin aslı başka. Yukarıda bahsettiğim, bildiğimiz kahvenin henüz Eyyübiler döneminde tedavülde olmadığı şeklindeki soru işaretini hatırlayalım. Palmer de bunu gayet iyi biliyor olsa gerek. Dolayısıyla kahve kelimesinin sözlükteki diğer (ve tarihî bakımdan ilk) anlamına gitmiş: şarap (yani hamr). Mütercim Asım Efendi şöyle yazıyor:

اَلْقَهْوَةُ  [el-ḳahvet] (شَهْوَةٌ [şehvet] vezninde) Bâdeye denir; yukâlu: شَرِبَ الْقَهْوَةَ أَيِ الْخَمْرَ

İşte “şehvet” (!) veznindeki bu kelime esasen şarap anlamına geliyor. Kahve lafzının etimolojisine dair şu muhtasar tartışmayı da paylaşayım bu vesileyle. Hâliyle Palmer’in çevirisi gayet yerinde. Bahâüddin Züheyr’in bahsettiği meclisteki yârenler anaerobik yıkanmış Etiyopya veya balla işlenmiş Kosta Rika çekirdeğinden kahve değil, bildiğin köpüklü şarap yudumluyor

(Burada “Müslüman adamın şarapla ne işi olur” diye bir tepki verdiyseniz size üzücü haberler vermek mecburiyetindeyim. Şarap zaten şiirlerin olmazsa olmaz unsurlarından biri olagelmiş; bu konuda çok çalışma var, aklıma ilk geleni Halil İnalcık, Has-bağçede ‘ayş u tarab. Diğer yandan şiirden, edebiyattan bağımsız olarak bazı müslümanların şarap içtiği bir vakıa; tıpkı tarih boyunca bazı müslümanların dinen yasaklanmış diğer pek çok fiili işlemiş olması gibi. Tabi -özellikle şarap içme konusunda- deskriptif olanla normatif olanı, yani sapla samanı, birbirine karıştıran, fakat akademik çevrelerde büyük yankı uyandıran yakın tarihli bir çalışma Shahab Ahmed’in What is Islam? kitabı. Yapacak daha faydalı bir işi olmayanlar onu da okuyabilirler.)

***

Burada ben de Züheyr’in şiiri için çalakalem yazdığım bir çeviri denemesiyle yazıyı bitireceğim. Fakat Züheyr ve Palmer için kahve şarap anlamına gelirken ben onu bugünkü anlamıyla “kahve” olarak çevirmeyi tercih ettim. Böylece şiiri bile isteye tahrif ediyorum. Alternatif çevirileri elbette her zaman duymak isterim.

MECLİSE DAVET

Sofra donanmış envai çeşit lezzetle

Kahve karaftan fincana dolmuş ışıldar

Dostlar doldurmuşlar bardağı muhabbetle

İçerler doyasıya, bakışlar parıldar

*

Üç yahut dört kişi olsun meclis erbâbı

Sanki bayramdır bugün her gönlü temize

Kardeşim sen de gel, al eline rebâbı

Hutbeden sonra Cuma’yı kıl, katıl bize

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *